21 gün önce bugün bu saatlerde (öğlen 2 gibi) içimden – ve kimseye çaktırmadan- “acaba artık çıksa mı bu minik bebiş içerden daha fazla uzatmadan” diye düşünmeye baslamıştım. (not: bugün bu yazıya başlamamın üzerinden bir hafta daha geçti, zaten tek seferde bitiremeyeceğimi tahmin etmeliydim!)

 

8 Agustos Cuma günü akşamüstü saat 2 civarlarinda, 39 haftadır nasıl bir his olduğunu merak ettigim ünlü dalgaları hissetmeye başladım. Ama uzunca bir süre onların doğumun baslangıcını müjdelediğini anlamadım aslındaJ Uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla öğlen yemeği yedik. Ardından eşimle sinemaya gidip Paşabahçeden bardak alışverişi bile yaptık.

Eşim 7 ile 9 arasında dışarda bir iş görüşmesine gitmişti ben de oksitosin olsun diye(!!) televizyonda romatik komedi tarzı bir şeyler seyrediyordum. Hakikaten oksitosin olmuş meğer!

Eşim geri geldiğinde ona da doğumun başlıyor olabileceğini düşündüğümü söyledim ve dalgaları daha dikkatli izlemeye basladık. O sıralarda 20 dakika ile 15 dakika arasında değişen sürelerde kısa kısa gelip gidiyorlardı.

Sonra Ayca’nin ‘uyuyup dinlendiğinde dalgalar hala devam ediyorsa, doğum başlamıştır.’ diyen sesi kulaklarımda çınlayarak 12 gibi yatmayı denedim ve uyku uyumak kesinlikle mümkün olmayınca bunların hazırlık dalgaları değil, gerçek dalgalar olduğuna sonunda inandım…

1 saat icinde keskinleşen dalgalar sonrasi doktorumuzu aradik ve NST çektirmek için hastaneye gidip ondan da ‘Hayırlı olsun doğum başladı şimdilik eve gidin 4 saat kadar sonra hastaneye gidin’ diye kendı kulaklarımızla duyduktan sonra  eve geri geldik. Herkes tarafından onaylanmıştı artık. Doğum gerçekten baslamisti!! Hemen yatak odasında mumlar yakıldı, lavanta yağları, loş ışıklar ve nefeslerle vakit geçirmeye basladik. Oldukça şiddetli ve sık aralıklarla gelen dalgaları bir süre sonra küvette karşılamaya devam ettik. Sürekli biz diyorum çünkü bu süreçte eşim bir saniye bile desteğini eksik etmedi, ne yorgunluğunu ne de stresini bana belli etti. 17 saat süren doğum sürecinde kurtarıcı olmaya da hiç çalışmadı.

4 saat sonra hastaneye gitmemizi söylemişti Gülnihal Hanım, ama sanırım o kadar dayanamadan sabah 5 gibi kendimizi hastanede tekrar NST cihazına bağlı olarak bulduk. Doula’mız sevgili Ayca da hemen arkamızdan imdada yetisti. Gülnihal Hanım’ın da bizzat kontrolünden sonra odamıza çıktık.

Aradan geçen süre toplam 17 saatmiş. Ben başlangıçta çeşitli adalardan doğum için gelecek olan annem ve babama haber vermesi için eşime hatırlatmalar yapıyordum. Henüz aklım başımdaymış o sıralar.

Odanın perdeleri kapandı, ışıklar söndü, Ayca mumlarını yaktı hatta odanın içindeki TV’nin üstünde bulunduğunu ertesi gün farkettiğim dijital saati bile eşim bir yerlerden bir bant bulup kapatmış! Gülnihal Hanım da oradaki ekibe gerekli talimatları vermiş olsa gerek ki hastane personeli sadece sessizce aralarda ateşimi ve nabzımı ölçmek  için odaya giriyordu.

Zaman içinde annem ve babam hastaneye geldiler. İlk geldiklerinde heyecan içinde odaya giren annem ve babamı kibarca dışarda beklemeye yönlendirdik… 10 sene önce doğumunda eşlik ettiğim arkadaşım Elif de bir süre sonra hastaneye ulaştı ve daha önceden konustuğumuz gibi hem eşime destek oldu hem de bizim odayla dışarda heyecan içinde bekleşmekte olan ailelerimize ara sıra durumları haber ederek onları da bilgilendirdi.

Çok sık ve oldukça kuvvetli gelen dalgaları neredeyse sürekli olarak squat pozisyonunda karşıladım. İyi ki odada hem Ayca hem Eşim varmış diyorum çünkü bir yandan önümdeki kişiden çömelmek için destek alırken bir yandan da birisinin sırtıma masaj yapmasını istiyordum! (ve o masajlar çok çok iyi geliyordu.)Ayca’nın tüm ısrarlarına rağmen aralarda dinlenmek ise benim doğum hikayemde yok… dalgalar sanırım 2-3 dakikada bir geliyorlardı. Yani ben yatağa yatıp şöyle biraz rahat edeyim diyene kadar zaten yeni bir dalga geliyordu.

Bir süre sonra duşa girdik. Benim gerçekten de suda doğurmam gerekirmiş diye düşündük daha sonra. Duşta geçirdigim her iki sefer de çok iyi geldi ve dalgaların kuvvetini neredeyse yarı yarıya az hissettim. Bu kadar rahatlatıcı olabileceğini hiç düşünmezdim.

Doğuma hazırlanırken yaklaşık 2 hafta öncesinden kolumdaki saati çıkartmıştım ve mümkün olduğunca az saate bakmaya calıştım. Doğum sırasında eşim’in de TV üzerindeki saati kapatmasıyla ilgilenmemeye karar verdiğim saat meselesi tamamen hallolmuştu. Çok da bilinçli olarak kimseye saati sormadım ve bilmek de istemedim.  Aynı şekilde sadece herşeyin normal ve yolunda gittigini bildigim müddetçe açıklığın kaç santime ulastığını da bilmek istemedim. Söylenmedikçe sormadım. Ve sanırım doğumhaneye inene kadar bu bilmemezlik hali çok işime yaradı. Tabii ki bu noktada doktorumuza gerçekten çok güveniyor olmamızın da büyük rolü oldu.

Sonradan aksamüstü olduğunu öğrendiğim bir saatte doktorumuz kontrole geldi ve bebeğin henüz tam dönmediğini ve kalp atışlarının durumuna göre sezaryen olmam gerekebileceğini söyledi. Bebeğin yüzü benim sırtıma dönük olmalıyken henüz hala karnıma bakıyordu. Bebeğin kalp atışlarını kontrol ederlerken sonunda squattan vazgecip sırtüstü yattım, ve o sırada tam ne olduğunu ben de anlamadım- veya hatırlamıyorum- ama sanırım hemen öncesinde duşta ayakta sadece belimi çevirerek geçirdigim uzun dakikalardan ve sırtüstü yatmaktan olsa gerek bebek bize yardım etti ve doğru pozisyonu buldu. Bu arada da açıklık 9 santime ulaştı.

Ben sezaryen olma ihtimali karşısında içimden biraz üzülsem de, bir yandan da sonunda bebeğime kavusacagim için biraz rahatlamış ve hep hazırlandığım gibi kadere razı olmuştum ki, doğumhaneye inmeye karar verdik.  Gülnihal Hanım da ihtiyaç olursa nasıl olsa sezaryen için ameliyathane de hemen orada diye hatırlatarak içimi rahatlattı…

Ve işte en az hazırlıklı olduğum bölüm gelmiş çatmıştı: ıkınma bölümü! Tam 4 gün önceki son doktor kontrolünde Gülnihal Hanım bana leğen kemiğimin olması gerekenden biraz daha dar bir yapıya sahip olduğunu ve bunun doğumu biraz zorlastırabilecegini söylemişti. Bunun için onun  tavsiyesi uzerine o haftayi bol bol çömelerek geçirmiştim ve bu konuyu çok fazla düşünmemeye karar vermiştim.

Tabii ne kadar düşünmesem de bu darlık gerceği değismemişti ve bir buçuk saat boyunca bol bol ıkındım ve sanırım bol bol ses de cikardim. Bebeğin kafası görünüyordu fakat nefes almak için bir saniye durduğumda geri gidiyordu. Oldukça sinir bozucu olduğunu itiraf edeyim. Ikınmalar arasında dinlenmek için durduğumda Kaz Dagları’ndaki inanılmaz güzellikteki serin şelaleyi  hayal ettim hep. O serinlik ve dinginlik hissi aralarda çok işime yaradı. Ikınırken de hep gözümün önüne daha önceden seyrettiğim doğum videolarındaki bebeğin kafasının çıkma anı geliyordu. Bana, bunu ne kadar çok kadının sürekli yaptığını ve benim de pekala yapabileceğimi hatırlatır gibiydi bilinçaltım. Ve tam daha fazla dayanma gücüm olmadığını ilan ettiğim sırada son bir ıkınma ve çok becerikli müthiş bir hemşirenin karnıma bastırarak verdiği ekstra destek sayesinde o beklenen kelimeleri duydum!: ‘Bebeğin başı çıktı! Başı çıktı hadi biraz daha it!’

Hatırladığım çok net bir sey var. O da son büyük ıkınma sırasında doğumhanede derin bir sessizlik oldu. Ben bir anda içinde bulunduğum kendi dünyamdan çıktım ve etrafımda olup bitenlerin farkına vardım ve hemen sonrasında da bebeğim kucağımdaydı!  Sağlıklı ve sıcacıktı.

Bu esnada kesinlikle hüngür hüngür ağlarım diye hayal etmiştim ama tam tersine gülücükler saçıyordum diye hatırlıyorum. Ama yine de orada bulunanlara bir daha sormak lazım tam olarak ne yaptigimi. O sırada benim yerime yanı başımdaki eşimin hıçkırıklara boğulduğunu duydum. Sonradan konustuğumuzda bir önceki geceden beri geçirdigimiz tüm yoğun duyguların beklenen mutlu sona ulaşması ve doğum sürecinin sonunda bitmesinin (saatlerce benim mücadelemi izlemenin ve destek olmak haricinde elinden pek de bir şey gelmemesinin verdigi stresin) onu bu hale getirdiğini söyledi.

Plasentanın da doğumundan sonra doğumhaneden çıkmaya hazırdık. Dışarıda çok çok heyecanlı ailelerimiz bizi bekliyordu. Geçen süreden sonra onları görmek heyecanlarına hemen o anda şahit olmak, Eren’i ilk gördükleri andaki ifadelerine ve heyecanlarına tanık olmak da harika bir duyguydu. Bir de bana kahraman gözüyle bakan gururlu annemin ifadesini hiç unutamam herhalde.

 

Özet: Kesinlikle keşkesiz ve doğal bir doğum. Tam planladığımız gibi. Belki istediğimizden (ya da umduğumuzdan) biraz daha uzun ve zor oldu ama doğuştan gelen anatomik leğen kemiği yapısına yapacak bir şey yoktu. Böyle olması gerekiyormuş. Doğum sürecinde 15. Haftadan itibaren hamile yogası yapmış olduğum icin, Ayca gibi konusunda gercekten uzman bir yoga hocası/ doğuma hazırlık eğitmeni/ doula ile tanışmış olduğumuz için ve hamileliğimin ortalarına doğru da doktorumuz Gülnihal Hanım’ı bulmuş olduğumuz için cok çok şanslıyız. Bizimle birlikte hem bana hem de eşime desteğini eksik etmeyen, olumlu enerjisini tüm o saatler boyunca hissettiren Ayca orada olmasaydı, Gülnihal Hanım gibi gerçekten insanı rahatlatan, güven veren, ne yaptığını çok iyi bildiğini her an hissettiğiniz, gerçekten de doğal doğumu desteklediği kadar, sezaryen gibi bir müdahale gerekirse bunu bebeğin ve annenin sağlığını ön planda tuttuğu için yapacağından da emin olduğumuz bir doktorumuz ve hastanedeki işinin ehli ekip bir araya gelmeseydi bu doğumda oluşacak keşkeleri düşünmek bile istemiyorum!

Şimdi geriye dönüp baktığımda, görüyorum ki, hazırlık sürecinde doğuma hazırlık eğitimi aldıktan sonra hem eşim hem de ben çok daha bilinçlenmişiz. Ben nasıl bir doğum istediğime gerçekten çok net karar vermişim, bu da zorlu olarak niteleyebileceğim bir doğumun mutlu sonla sonuçlanmasını en azından benim için büyük ölçüde kolaylaştırmış…

Şimdi oğlumuz Eren içerde mışıl mışıl uyuyor ve onu her geçen gün daha da fazla seviyor ve kucaklıyoruz…

 

B.S.